
Çin’in ekonomik olarak değişimi ölçeği ve sürati bakımından olağanüstüdür. 2010’da GSYİH olarak ikinci en büyük ekonomi olma unvanını Japonya’nın elinden almış, 2011’de üretimde ABD’nin 110 yıldır işgal ettiği birinciliği kapmıştır. Kişi başına gelir 1990’da 339 dolar iken 2011’de 5.400 dolara çıkmıştır. Ekonomik büyüme sadece birkaç bölgeyle sınırlı kalmamış dalga dalga birçok eyalete yayılmıştır. Ekonomik reformlar devletin akıllı ve uzağı görebilen stratejisi ile şimdiye kadar başarılı olmuştur.
Çin ekonomisi eskisi gibi sadece niteliksiz büyük işgücü ile basit üretim tekniklerine dayanan bir ekonomi değildir ve gün geçtikçe daha karmaşık ve değişken bir hal almaktadır. Ancak; ucuz ve yüksek ihracat (yarısından fazlası yabancı firmaların) hacmi, yüksek kalkınma hızı, iç tasarrufların büyük kısmının yatırıma dönüştürülmesi ve Yuan’ın değerinin rekabet edebilecek seviyede tutulmasını öngören temel politika değişmemiştir. Önümüzdeki on yılda değişim; yatırımların hacminden çok verimliliğine önem verilmesi, ihracata daha az bağımlı kalınması, iç tüketimin artırılması ve Yuan’ın tahvil edilebilir (çevrilgen) olması yönünde atılacak adımlara ve ekonomik önceliklere göre şekillenecektir.
Çin ekonomisi için büyük tehlike geçmişte olduğu gibi bugün de dışarıdaki olaylara hassasiyetini artıran dış ticarete bağımlılığıdır. 1930’dan buyana yaşadığı en ciddi mali kriz ile 2007 ve 2008’de Batı pazarı hızla daralırken Çin ihracatı “kusursuz fırtına” olarak adlandırılabilecek bir durumla karşılaşmıştır.
Çin bu büyük krize rağmen büyümesini sürdürmüştür. Bu olağan dışı başarının arkasında 2008 Kasım’ında süratle çıkarılan 580 milyar dolarlık, 2009 – 2010 yıllarını kapsayan ekonomiyi canlandırma paketi bulunmaktadır. Böylece devlet Batı’nın düşen talebini toplam üretimin üçte birine denk gelen iç tüketimi artırmak, büyük ölçekli eğitim, sağlık ve özellikle altyapı yatırımlarına yönelik kamu harcamaları ile karşılamak yolunu tercih etmiştir. Çin devleti, bunu güçlü mali yapısına ve ekonomiyi canlandırmak için önemli kaynağı harcayabilme yeteneğine dayanarak gerçekleştirmiştir.
Batı’nın borç içinde ve düşük büyüme hızındaki ekonomileri ile kısıtlı maddi olanaklara sahip devletlerinin yanında hızla büyüyen, fazla üreten Çin ekonomisi ve nakit zengini devleti bulunmaktadır. Kamuya ait Çin Bankaları devletin talimatıyla önemli miktarda krediyi oldukça uygun faiz oranlarıyla verebilmekteyken, Batı’nın mali sektörü neredeyse iflas etmiş durumdadır.
Birçok Doğu Asya ekonomisi (Japonya hariç) 2009 sonundaki ilk şoktan çok kısa bir süre sonra kendisini toparlamış, gelişmekte olan birçok ülke özellikle Hindistan ve Brezilya 2009 ve 2010’da kısa bir düzenlemenin ardından yüksek hızda büyümeye devam etmiştir. Çin ekonomisinin canlılığını sürdürmesine 580 milyar dolarlık canlandırma paketinin yanı sıra gelişmekte olan ülkerle ticari ilişkilerinin de katkıları vardır. İhracatının yarısını gelişmekte olan ülkelere yapması ve bu ülkelerle karşılıklı bağımlılığının olumlu etkileri olmuştur.
Canlandırma paketinin daha çok altyapı yatırımlarına dayandırılması yatırımların üretkenliği probleminin şiddetlenmesine yol açmıştır. Ekonomide halen değişim gerektiren ana konular; para politikası, yatırımların etkinliği, tüketim ve refah seviyesi, artan eşitsizlik ve çevredir. Çin devleti bu problemlerle boğuşmaktadır. Bu başlıkların çevre hariç hepsi, Batı ekonomilerinin kötü gidişiyle birlikte önem ve aciliyet kazanmıştır.
Batı ekonomileri toparlanmakta başarısız olursa (başarısız olacakları görülüyor), Çin’in ihracat dürtüsü Batı’nın korumacılığa yönelmesine neden olacaktır. Bunun emareleri ABD’de şimdiden görülmeye başlanmıştır. Çin böylece ihracattan iç tüketime yönelmek zorunda kalacaktır. Çin’in gelecekte büyümesi yatırıma değil tüketime; teknolojik olarak gelişimi ise, sermayenin etkinliği ile işgücü üretkenliğine bağlıdır.
Çin’de siyaseti belirleyenler arasında büyük bir değişime gerek olduğuna inananların sayısı günden güne artmaktadır. Hu Jintao döneminde toplumla uyuma, sosyal adalete önem verilmiş, sosyal korumaya ağırlık veren, ihracatın önemini düşüren ve iç tüketim harcamalarını artıran ve ABD etkisini aşındırmaya çalışan politikalara yönelinmiştir. On İkinci Beş Yıllık Planı (2011-2015)’nda bu konuların aciliyet kazandığına işaret edilmiştir. Yapısal değişim ne kadar geriye bırakılırsa o kadar zor ve sancılı olacağından kısa zaman içerisinde büyük bir yapısal değişim (daha küçük büyüme hızı da dâhil) önerilmiştir.
Yazar: Gökhan BİNZAT
You must be logged in to post a comment.