
ÇİN HUKUKUNUN TEMELLERİNE KISA BİR TARİHSEL BAKIŞ
1. GİRİŞ
Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), 20. yüzyılın son çeyreğinde, sanayileşmesi ve ekonomik gelişmesi ile tüm dünyanın ilgi odağı haline gelmiştir. Her ne kadar, ÇHC, 20. yüzyılın ilk yarısında üç dramatik değişim yaşasa da, 1978 yılından itibaren tarihin en köklü devletlerinden birisi için yeni bir dönem başlamıştır.
Geçmişten günümüze, bir Hanedanlıktan diğerine binlerce yıldır kültürel ve kendine özgü düşünsel birikimin neticesinde geleneksel hukuk sistemi de 20. yüzyıldaki bu değişimlerden etkilenmiştir. 1949 yılı ile ÇHC’de feodal ve geleneksel yapı değişime uğrayarak, hem toplumsal hem de ekonomik yaşamda yeni bir düzene geçilmiştir. Hukuk sistemindeki köklü değişikliklere karşın, geleneksek hukuk kültürünün bazı özellikleri hukuk sisteminde ve toplumsal yaşamda varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Çin geleneksel hukukunun başlıca üç düşünsel akımdan etkilendiğini söylemek mümkündür. Bunlar, esas itibariyle Konfüçyüsçü (Ru Jia) Okulu, Kanuncu (Fa Jia) Okul ile Hanedanlığının etkili olduğu Yin-Yang Okuludur.
2. KONFÜÇYÜSÇÜ (RA JIA) OKULU
Konfüçyüsçü Okul özü itibariyle ahlakın eğitici işlevini esas almakta ve bu surette de ahlaki eğitimden geçirilecek vatandaşlar vasıtasıyla ideal bir toplumsal düzenin kurulabileceğini savunmaktadır. Hukukun temel görevini göz önüne alan Konfüçyüsçü Okul, toplumsal düzenin kurulması için ağır cezaların uygulanması gerekliliğini savunan Kanuncu Okulun görüşlerine karşı çıkmışlardır. Konfüçyüsçü Okulun öğretisini savunanlara göre, sadece erdem üzerine kurulan bir yönetim, halkının gözünde değerli olacak ve vatandaşları bu Devletin koyacağı kurallara uyacaktır.
Konfüçyüsçü Okula göre, düzenli bir toplum beş temel ilişki üzerine kurulmuş olup, bunlar: hükümdar ile bakan(lar)ı arasındaki ilişki; baba ile oğul arasındaki ilişki; koca ve karı arasındaki ilişki; büyük kardeş ile küçük kardeş arasındaki ilişki ve en nihayetinde arkadaşlar arasındaki ilişkidir. Bu ilişkiler ağında rahatlıkla görüldüğü üzere Konfüçyüsçü Okul aile ilişkilerine ağırlık vermiş ve aile ilişkilerini ön plana çıkartmıştır. Her ne kadar, bu ilişkiler ağında hükümdar ile bakan arasındaki ilişki ve arkadaşlar arasındaki ilişki, aile ilişkilerinin dışında görülse de; esas itibariyle hükümdar ile bakan arasındaki ilişkinin baba ile oğul arasındaki ilişkiye; arkadaşlar arasındaki ilişkinin ise kardeşler arasındaki ilişkiye benzediği düşünülebilir. Hükümdar ile bakan arasındaki ilişki, bir anlamda, baba ile oğul arasındaki ilişkinin genişlemiş ve ülke geneline yayılmış hali olarak değerlendirilebilir. Konfüçyüsçü Okula göre, bir ülkenin yönetimi, aile düzenine benzemektedir. Bu bağlamda, bireysel ahlakın oluşturulması ve geliştirilmesi ile aile düzeni kurulmakta; aile düzeni devletin temellerini ve yönetimini oluşturmakta; devlet düzeni ise dünya barışını sağlamaktadır. Bu noktada, devletin asli görevi ise, hiyerarşik insan ilişkilerini düzenlemek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Her ne kadar, Konfüçyüsçü Okul temsilcileri, kanun ifadesini sıklıkla kullanmasa ve aile düzenini odak noktası olarak alsalar da, bu, kanunların tamamen göz ardı edildiği anlamına gelmemektedir. Konfüçyüs Okulu temsilcilerinin karşı çıktığı, ahlaki değer ve etkilerin yerini cezanın alması ve söz konusu cezanın ise uygun olmayan biçimde kullanılmasıdır.
3. KANUNCU (FA JİA) OKULU
Kanuncu Okul temsilcilerine göre, tüm insanlar doğuştan “şeytandır”. Bu sebeple de, Kanuncu Okulun önceliği insanoğlunun şeytanca davranışlarının önüne geçilmesi ve bunu sağlamak adına da cezanın etkin biçimde uygulanmasıdır. Kanuncu Okul temsilcilerine göre, ne ahlaki değerler toplumsal düzeni gerçekleştirebilir, ne de hükümdarın erdemi toplumu değiştirmeye ya da toplumsal düzen oluşturmaya yeterli olabilir. Kanuncu Okul temsilcilerine göre, bir devleti yönetmenin yolu yeknesak hukuk kurallarının oluşturulması ve bu kuralların herkese uygulanmasından geçmektedir.
Çoğu Çinli hukuk bilim insanına göre Konfüçyüsçü Okul ile Kanuncu Okul arasındaki tarihi mücadele esas itibariyle “insanoğlunun kuralı” ile “hukukun üstünlüğü” arasındaki mücadeledir. Kanuncu Okul temsilcileri hukuku çeşitli şekillerde tanımlamış ve bu tanım içerisinde örneğin, tedbirler, kurallar, kanun kitaplarına yer vermişlerdir. Bu tanımlamalar içerisinde her zaman “ceza” kavramına önemle işaret etmişler ve “kötü kanunun, kanun olmamasından daha iyi olduğu” görüşünü savunmuşlardır. Bu doğrultuda, en ufak kanuna aykırılıklar için dahi ağır cezaların uygulanması gerektiğini belirtmişlerdir. Devletin varlığı, devamı ve başarılı bir şekilde yönetilebilmesi için en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş kuralların konulması ve bunların uygulanmasının “ceza” tehdidi ile sağlanmış olması gerekmektedir.
4. YİN-YANG (YİN-YANG JİA) OKULU
Han Hanedanlığının İmparator Wu döneminde, Konfüçyüsçü görüşler, devletin tek öğretisi seviyesine yükseltilmiş ve kanunlar devletin yönetiminde ek ya da ikincil öneme sahip araçlar olarak kullanılmışlardır. Zamanla, kanunların ve cezaların ek önemi Konfüçyüsçü Okul temsilcileri tarafından daha sıklıkla dile getirilir olmuş ve en nihayetinde Han Hanedanlığı döneminde “Konfüçyüsçü Kanunlar” oluşturulmuştur. Bu süreci etkileyen en önemli isim ise filozof Dong Zhongshu (Tung Chung-Shu) olmuştur. Yin-Yang teorisi, bir devletin yönetiminde cezanın ikincil önemini doğrulamaya yönelik düşünceleri ortaya koymaya çalışmıştır. Bu yolla, Konfüçyüsçü Okul ile Kanuncu Okulun görüşlerinin uyumlaştırılmasının temelleri atılmıştır.
Dong Zhongshu, dönemin imparatoru Wu’yu, Konfüçyüsçü görüşleri, devlet ideolojisinin yeknesaklaştırılması noktasında esas alması yönünde ikna etmiş ve bu görüşler Çin Devlet geleneğinde yaklaşık 2000 sene boyunca uygulanagelmiştir. Bununla beraber, Konfüçyüsçü görüşler, ilk ortaya çıktığı Chou ve Savaşan Devletler dönemindeki esaslarından ve uygulamalarından oldukça farklıdır ve hatta rakip okulların görüşlerinden etkilenerek günümüze ulaşmıştır.
Konfüçyüsçü Okul ile Kanuncu Okul arasındaki boşluklar, daha ileriki dönemlerde, özellikle Tang Hanedanlığı döneminde yürürlüğe giren Tang Kanunu ile doldurulmuştur. Bu süreç Konfüçyüsçü Kanunların tamamlanması ile amacına ulaşmıştır. Konfüçyüsçü Okulun görüşlerinin adalet yönetimindeki doğrudan etkileri ile de söz konusu sürecin pekiştirildiği görülmektedir. Devlet yönetiminde görev alacakların Konfüçyüsçü Okulun görüşlerini öğrenmesi gerektiğinden, adli ve idari işlevler bu Okulun temsilcilerine göre ayrılmamaktaydı. Bu bağlamda, Konfüçyüsçü Okulun görüşlerine yakın olanlar kanunların yorumlanmasını ve değiştirilmesi üzerindeki kontrolü, diğer bir anlatımla devletin kontrolünü ellerinde tutabilmişlerdir.
“Konfüçyüsçü Kanunların” en aşırı uygulamaları, önce Dong Zhongshu döneminde ve ilerleyen dönemlerde de diğer hanedanlarda Konfüçyüsçü klasiklerin davalarda doğrudan uygulanması şeklinde karşımıza çıkmıştır. Tüm bunların sonucunda ise, Kanuncu Okulun kanun önünde eşitlik kuramının yerini Konfüçyüsçü Okulun toplumsal statüdeki farklılaşma kuramı almıştır. Kanunlar, toplumsal düzenin gerçekleştirilmesinde ve yürütülmesinde, devlet her şeyin merkezinde olmak üzere idari bir araç olarak görülmeye başlanmıştır. Kanunlar, cezalarla özdeşleştirildiğinden, Konfüçyüsçü Kanunlar, daha ağır ve detaylı cezai düzenlemelerin yürürlüğe konulmasına ve idare için kanunlar olarak adlandırılabilecek birçok düzenlemenin yapılmasına yol açmıştır. Bu ise hukukun üstünlüğü ilkesinin Çin’deki karşılığı olan Fa Zhi kavramının daha ziyade güce dayalı ve müdahaleci bir devlet olarak Çin Hukuk sisteminde tarih içinde yerleşmesine ön ayak olmuştur.
You must be logged in to post a comment.